2
Feyza Hepçilingirler, edebiyatımızın önemli isimlerinden birisi. Öykü ve romanlarının yanı sıra Türkçemizle ilgili kitapları da var Hepçilingirler’in… 14 yıldır Ataşehir’de yaşayan ve bütün eserleri Everest Yayınları tarafından yayımlanan Hepçilingirler ile sanat yaşamını ve kadınları konuştuk. kırmızı karanfil ne renk solar. Yazmanıza neden olan olaylar nelerdi, yazmaya nasıl başladınız? Bunu geçenlerde Kütüphaneciler Derneği’nin sorduğu bir soru nedeniyle hatırladım. İlk kütüphanemi anlatmamı istemişlerdi. Ben de ilk kütüphanemi anlatırken birden ilk tohumun, yazar olma tohumunun kafama nasıl yerleşmiş olduğunu hatırladım. Okuduğum kitaplardan biri, “Küçük Kadınlar” adını taşıyordu. Küçük Kadınlar’daki Jo karakteri bende bir özenti yaratmıştı. O yazar olmak istiyorsa ben de olabilirim gibi… Öyle bir kıvılcımla yazar olma isteği doğdu içimde… Daha sonra da en büyük desteği öğretmenlerimden gördüm açıkçası. Başta ilkokul öğretmenim, daha sonra ortaokuldaki Türkçe öğretmenim ve diğer öğretmenlerim sayesinde…  Yoksa ailemde şair, yazar olmadığı gibi çok iyi okur bile yoktu. 51 yıldır yazıyorsunuz. Siz kendinizi edebiyat dünyamızın neresinde görüyor, bulunduğunuz yeri nasıl değerlendiriyorsunuz? Çıktığım noktaya bakarak çok büyük bir başarı gösterdiğimi düşünüyorum. Ama bir yandan da yeterli görmüyorum. Yükselmek, belli bir noktaya gelme açısından demiyorum bunu. Yapmak istediklerimi yapmış olmak açısından diyorum. Roman yazmayı seviyorum ama sadece roman yazmaya ayıracak zaman bulamıyorum. Bir kaç roman daha yazmak isterim. Kaç yıldır Ataşehir’de yaşıyorsunuz? 14 yıldır Barajyolu’nda yaşıyorum. Gelip buraya yerleşmekte çok çekingen davrandım çünkü hiçbir şey yoktu. Ulaşım olanağı yoktu. Sadece Carrefour’un ücretsiz servisi çalışıyordu. Hatta oğlum, kızım, “Burada yaşayamazsın” dediler. İnşaat sırasında çalışmaları görmek için geldiğimizde dizlerimize kadar çamura battığımızı hatırlıyorum. Ataşehir’in bugününü görmek mümkün değildi, bir çeşit kumar oynadım. Madem girdim sonuna kadar devam edeceğim diyerek ödemelerimi tamamladım. 2000’de taşındım evime… Ataşehir’in böyle alıp başını gitmesini hep sevinçle izliyorum. Şimdi artık kaygılanmaya da başladım. Kocaman binalar yapıldıkça trafik sorunu giderek bir kangrene dönüşebilir. 50 katlı binalarda yerleşim başlayınca ne olacak diye düşünmekten kendimi alamıyorum. Şu anda Ataşehir’de yaşamaktan memnunum. Ataşehir’den hiç çıkmadan yaşamınızı sürdürebilirsiniz. Aynı zamanda Ataşehir Gönüllüleri Türk Sanat Müziği Korosu’nda yer alıyorsunuz. Koro ile çalışmalarınız nasıl başladı? Bir gün yürüyüş yaparken bir ilan gördüm. O gün koronun çalışma günüymüş. Kenardan izledim, hoşuma gitti. Koronun haftada bir gün akşamları da çalıştığını öğrenince ben de katıldım. Koronun çalışmasına gidip iki saat şarkı söyledikten sonra kendimi müthiş rahatlamış hissediyorum. Türk Sanat Müziği’ni seviyorum. Türkiye’de kadın olmak neden zor? Türkiye’de kadının üzerinde çok fazla yük var çünkü… Bütün gündelik yaşamı kotaran, sürükleyen kadın... Her türlü zorluğu omuzlarında taşıyan kadın; çalışsa da, çalışmasa da… Ev kadını diye, ev kadınlarını küçümseyenlere de çok sinir oluyorum. O kadın olmasa karnınızı doyurma konusunda bile zorluk çekersiniz. Çocuklarının her türlü derdiyle, kocasıyla ilgilenen, aile büyükleri, yaşlanan anneler babalar, her şey kadının üstünde… Bir de bütün bu yüklere rağmen kadına hak ettiği değeri vermek de söz konusu değil. Hala kadınları bir çocuk makinesi gibi gören anlayışlar var. Yani bütün bunlar kadının Türkiye’deki yaşamasının zor olmasına yol açan etkenler. Kadın olmak bunca zorken, yazar kadın olmak daha da zor olsa gerek? Kadın yazar olduğum için bir zorlukla karşılaştım mı diye düşünüyorum… O zorlukları çok kolay yendiğim için belki de… Ama şöyle bir şey var, erkek yazarlar arasında bir takım ilişkiler çok kolay yürüyebilir. Akşam meyhanede içilir, ben senin için yazmıştım, senden de böyle bir jest bekliyorum denebilir. Kadın yazarlar birbirine bunu söylemez. Erkekler arasındaki bu yardımlaşma kadınlar arasında pek olmaz. Çünkü biz birbirimizi rakip olarak görmeye o kadar koşullandırılmışız ki… Öbüründen daha güzel, daha becerikli, daha akıllı olmak gibi… Ben erkeklerin baskısıyla karşılaştım dersem yalan söylemiş olurum. Herhangi bir baskıyla karşılaşmadım. Ama işimi çok kolaylaştıran kişiler oldu mu, olmadı. Bütün kapıları da ben zorlayarak açtım açıkçası… 8 Mart Kadınlar Günü nedeniyle bir iletiniz var mı? Kadınlar gününün, kadınların hediye bekledikleri bir gün olmasından kaygılanıyorum. Kadınlar gününün hak eden kadınlara çok da ulaşmadığını düşünüyorum. Kadınlar Günü, Emekçi Kadınlar Günü aslında… O emekçi sözcüğü unutturulmaya çalışılıyor. Yoksa pırlanta yüzük günü değil kadınlar günü. Birçok kadının beklentisi kocasından, sevgilisinden gelecek hediye olacak yine. Oysa 8 Mart, hiçbir zaman, hiç kimseden bir hediye beklentisi olmayan kadının günü… Kadınların hakları olduğunu fark etmesini istiyorum. En zor fark eden kesimi, o çalışan, o emekçi kadının kendi hakları olduğunun bilincine varması gerekiyor. 8 Mart’ın asıl bunun için kullanılması gerekiyor. O kadınlara senin de hakkın var demek için. En büyük hak nedir? Yaşama hakkı… Türkiye’de artık kadının yaşam hakkı bile tehlike altında… Söyleşi ve Fotoğraflar: Kadir İncesu

11

2

işte gidiyorum.