“Karadayı” dizisinin Savcı Turgut’u ve “Yeter” dizisinin Yekta Harmanlı’sı olan sinema, dizi ve tiyatro oyuncusu Yurdaer Okur, İxir Life’a çok önemli açıklamalarda bulundu. Okur, “Tiyatroyu bütün hayatıma kanalize ederek yaşayacağım” dedi.
İxirLife’a açıklamalarda bulunan tiyatro, sinema, dizi oyuncusu Yurdaer Okur, “Seyirciye oynamak müthiş bir haz veriyor oyuncuya. O anda seyirciler bu heyecana tanık oluyorlar. Aslında onlar da bu oyunun bir parçası oluyorlar. Burada bir dünya kuruluyor, seyirciler de var oyuncular da var. Oyuncularla-seyirciler birlikte tiyatro dediğimiz olguyu oluşturuyorlar. Seyircisiz tiyatro olmayacağı gibi oyuncusuz tiyatro da olmaz” diye konuştu.
Tiyatroya nasıl başladınız?
Turizm okurken edebiyat ve şiir ile haşır neşir oldum. İnsan genç yaşında, üniversitenin ilk yıllarında kimlik arayışında oluyor. Kendi geleceği ile ilgili doğru kararlar alamıyor biraz tecrübe edinmek, hayatı tanımak gerekiyor. Üniversite hayatı bu anlamda kendimi tanımayla ilgili bir yolculuk oldu. Sanata ve şiire karşı bir ilgim olduğunu fark ettim. İnsan okudukları, yaşadıkları kadar var. Küçük bir insanın, hayal dünyası ne kadar geniş olursa olsun sosyal ortam buna izin vermiyorsa, o bir şekilde bilinçaltında kalıyor. Kendini ifade edebilme, var olabilme durumlarında tiyatronun çok büyük artılarını gördüm. Güzel geri dönüşler aldım tabi bunlar insanı motive ediyor. Ben hayatım boyunca bu mesleği yapacağım. Tiyatroyu bütün hayatımı buna kanalize olarak yaşayacağım. Sahnede var olmanın benim için bir tutku olduğunu anladım. Sahne tozu yutan bir daha çok zor kopar derler ya, ben onu yaşadım.
Genco Erkal ile yollarınız nasıl kesişti?
Genco abi Ankara’ya turneye gelmişti. O sırada mezuniyet oyunumuzu seyretmiş ve beğenmiş sonra bizimle tanıştı. Yeni bir oyun yapacağını, istersek oyununa girebileceğimizi söyledi. Bizim için bir idoldü. Müthiş bir heyecanla 1999 yılında İstanbul’a gidip beraber çalışmaya başladık. Oyunla tüm Türkiye’yi gezdik. Özel tiyatro mantığını öğrendik. Düğün salonlarında bile oyunlar oynadık. Turne ile Edirne’den Maraş’a kadar her bölgeye gittik. Çok şey öğrendim tabi Genco abiden. Ben tüm hocalarımdan, Cüneyt Gökçer’den, Çetin Tekindor’dan çok şey öğrendim. Bu usta-çırak ilişkisiyle yürüyen bir iş. Onlar bize el verecekler biz de bizden sonra gelen kuşağa el vereceğiz. İnsan ne kadar okusa da, hangi okuldan mezun olsa da tiyatroda temel bir şey var ki usta-çırak ilişkisi çok önemli. O adabı, tiyatronun disiplinini öğreneceğin, hayatı öğretebilecek ustaların olması lazım. Gençlere böyle örnek olacak oyuncular azaldı. Bizim zamanımızda çok daha fazlaydı. Değerli oyuncular ekonomik sıkıntılar yüzünden, televizyon sektörüne mecbur kaldı. Günümüzde konservatuarda okuyan öğrenciler bir anda ‘piyasa’ dediğimiz oluşumun içinde kendilerini buluyorlar. Akıllı, tam bir donanıma sahip olan, kendini heba etmeyen çok az insan kalıyor. Öğrenciyken, televizyonun şöhretine kapılıveriyorlar. Asıl olan şeyin sahne olduğunu unutuyorlar. Gençlere örnek olmamız gerekiyor. Biz de bu nedenle “Entropi Sahne”yi açtık.
Çoğu insan sizi “Karadayı” dizisinin efsane karakteri “Savcı Turgut” rolüyle tanıdı. Bu karakter üstünüzde kaldı mı?
Savcı Turgut rolü üstümden gitti. Şimdi “Yeter” dizisinde Yekta Harmanlı’yım. Savcı Turgut rolüm unutuldu. Bu soruyu bana hep sorarlardı. ‘Savcı Turgut rolü üstünüze yapışacak’ derlerdi. Böyle bir algı yaratılmış. Oyuncu kötü bir rolü oynuyorsa o rolün dışına çıkamayacakmış gibi… Zaman değişiyor. Herkes gelişiyor. Bana artık insanlar o karaktermişim gibi davranmıyor, ‘Yurdaer Okur çok iyi oynuyor’ diyorlar. Yolda beni rastgele gören izleyicilerimiz; ‘Dizide bu bölüm neden böyle oldu? Neden ona kötü davrandınız?’ gibi soru cümleleriyle karşılaşıyordum. Yaptıklarıyla ve eleştirileriyle beni sevdiklerini hissedebiliyorum.
Entropi Sahne fikri nereden çıktı? Bize bilgi verir misiniz?
Benim her zaman tiyatro kurma hayalim vardı. Sadece uygun zaman ve koşulları bekledim. Konservatuar öğrencilerinden bir grup, oyun çalışmak istedi. Bunun aslında benim yıllardır hayalim olan, beni ateşleyecek bir unsur olduğunu fark ettim. Onlarla bir oyun çalışmaya başladık. Entropi Sahne 14 Mart 2015’te kuruldu. O oyun, ilk oyunumuz oldu.
Bu mekân ortada yokken biz bu tiyatroyu kurmuştuk zaten. Kolektif bir anlayışımız var. Burada herkesin farklı alanlarda farklı sanat disiplinlerinden gelen sanatçıların performanslarını sergileyebileceği bir alan oluşturduk. Gözlemlerime göre alan ihtiyacı var. Gençleri bu alanda teşvik edecek yerler yok. Bir nevi ekol yaratmaya çalışıyoruz. Tiyatral anlamda hem kendi bilgilerimizi aktarabileceğimiz hem de bizden gençlere el verebileceğimiz bir ortam oluşturduk. Aynı zamanda resim ve müzik alanında da icraatlar yaptık. Burada bir stüdyomuz var. Radyo tiyatrosu oluşturuyoruz. Radyo ile daha geniş kitlelere hitap edebileceğimizi biliyoruz. Okumalar yapıp onları, oluşturacağımız internet üzerinden radyo tiyatrosu geleneğini sürdürmek hedefimiz. Bunun gibi birçok projemiz var. Çocuklarla ilgili de sosyal sorumluluk projelerimiz ve önemli hedeflerimiz var. Mekânımız 50 kişilik bir tiyatro gibi görünse de etkisinin uzun vadede verimli olduğunu düşünüyorum.
Neden küçük tiyatrolar bu kadar rağbet görüyor çünkü her şeyde olduğu gibi tiyatroda ve sanatta da bozulma var. Entropi, ‘Her şey bozulmaya doğru gitmek zorunda’ der Her bozulmadan sonra ortaya yeni oluşumlar çıkmıştır ve bundan sonra da çıkacaktır. Kurumların Türkiye’ye faydası var. İnsanlar çok ucuza tiyatrodan ve sanattan faydalanmış oluyorlar. Biraz amme hizmeti yapıyorlar. Geleceğin oyuncuları böyle tiyatrolardan çıkacak.
Hiçbir genç oyuncu bu zamana kadar Devlet Tiyatrosu’nda şans bulamadı. Ben şanslıydım. Daha 25 yaşındayken
Leenane'in Güzellik Kraliçesi’nde başrol oynadım. ‘Nasıl oluyor böyle bir şey’ diye çok şaşırmışlardı. Çünkü adet şudur; oyuncu mezun olur. İyice burnu yere sürter, para kazanmaya çalışır sonra Devlet Tiyatrosu’nun sınavına girer, bölgeye gider. Bölgede 10 yıl kalır sonra tüm zorlukları yaşamış biri olarak Büyükşehir’e gelir ve ben bunu belki de ilk kıranlardan biriyimdir. Bu imkânı bana tanıdılar. Günümüzde genç oyunculara güzel roller emanet ediyorlar. Bağımsız tiyatrolar da gençlerin kendini gösterebildiği yegâne yer olduğunu düşünüyorum. Hem entel olarak hem de yetenek olarak oyuncuların egzersiz yapması lazım.
Entropi Sahne’de sizin ekibinizle oynadığınız oyunlar dışında başka ekipler oyunlarını oynayacak bilecek mı?
Özellikle kendi bünyemiz içinde konuk ekiplerimiz olacak. Mayıs ayı bültenimiz gelecek. (PINAR HANIM’DAN BÜLTEN GELECEK) Seyyar Sahne’yi konuk edeceğiz. Yabancı oyunlarda, Suç ve Ceza oynanacak. Görüştüğümüz gruplar var. Avrupa yakasında oynayıp, Anadolu yakasında yer bulamayan, alternatif sahne arayan grupları da ağırlayacağız. Yerimize uygun, belli bir süzgeçten geçireceğimiz gruplar olacak.
“Yastık Adam” oyunundan bahseder misiniz?
Martin Mcdonaghn, dünyanın sayılı yazarlarından birisidir. İrlanda kökenlidir. Çağımızın Shakspeare’i denilebilecek kadar zeki, genç, kara komedi alanında çok iyi eserler ortaya koymuştur. Toplumsal sorunlara bireylerden bakabilen bir yazar. Şiddetin üzerinden gider ve bunu o kadar güzel dille anlatır ki insanları şaşırtır. Örneğin izleyiciler dehşetle oyunu izlerken, kendilerini bir anda kahkahalarla gülerken buluyorlar. İşte kara komedi dediğimiz durumda bu.
2000 senesinde İstanbul Devlet Tiyatrosunda
Leenane'in Güzellik Kraliçesi’ni oynamıştım. Bu oyun aynı zamanda benim ilk profesyonel oyunumdu. Oyunda İrlanda’daki sıkıntılı durumu ve kendi çevresini anlatmış. Kahramanlar ve yaşadıkları, bizim toplumumuza o kadar benziyor ki... Hep bir hayal peşindeler. Londra’ya giderek tüm dertlerinden uzaklaşabileceklerini düşünüyorlar. Kendi yönetmenimiz Cüneyt Çalışkur’un bir lafı vardır; “Kendi evinde misafir gibi yaşayanlar” diye tabir etmişti. Yazarımızın bakış açısıyla bizim toplumumuz çok örtüşüyor. Aynı zamanda turne Amerika’da oynanmaya başlandığı zaman çok ses getirdi. Birçok ödül aldı ve bu durum Hollywood’ın da dikkatini çekti. Yazarı senaryo yazmaya teşvik ettiler sonra filmi çekti. Bir yandan da sinemada çok güzel işler yaptı hem senarist olarak hem de yönetmen olarak. Tiyatrodan son zamanlarda sinemaya dönüş yaptı.
Yastık Adam oyunu, totaliter bir ülkede yazar sorgusuyla başlıyor. Yazarı sorguya çekiyorlar fakat bunun neden olduğunu anlamıyoruz. Aile içi şiddetin mağdur ettiği birçok karakter olduğunu görüyoruz. 2003 yılında yazdığı bu eserin günümüze bu kadar oturması korkunç bir durum. Oyunda polisin, karakterleri tek tek sorguya çekişine tanıklık ediyoruz. Bu iki kardeşin çocuklarına dönüyoruz. Bir masal anlatıyoruz ve bu çocuklara anlatılmayacak masallardan... Tanıdıkça sevdiğimiz, güldüğümüz bir oyun. Kahkahalarla gülerken bir anda dehşete kapılabiliyoruz. Tam anlamıyla kara komedinin bütün unsurlarını barındırıyor. Yastık Adam aslında bütün duyguları barındıran bir oyun.
Dizi oyunculuğu mu? Tiyatro Oyunculuğu mu?
Mukayeseye götürür bir yanı yok. Kameraya oynamak ile canlıya oynamak arasında fark var. Aslında temelde oyunculuk tektir, ayrım yoktur. Seyirciye oynamak müthiş bir haz veriyor oyuncuya. O anda seyirciler bu heyecana tanık oluyorlar. Aslında onlar da bu oyunun bir parçası oluyorlar. Burada bir dünya kuruluyor, seyirciler de var oyuncular da var. Oyuncularla-seyirciler birlikte tiyatro dediğimiz olguyu oluşturuyorlar. Seyircisiz tiyatro olmayacağı gibi oyuncusuz tiyatro da olmaz. Bunun için bir mekân gerekiyor. O mekân da “Entropi Sahne” oldu. Biz burada seyircimizle beraber dertlerimizi anlatabildiğimiz, bağımsız olabildiğimiz, istediğimiz oyunları oynayabildiğimiz bir alan yarattık. Kamera karşısındayken set çalışanları var, kameraman var, olmuyorsa duruyoruz, baştan alınıyor.
Türkiye’de dizi çekmek oldukça zahmetli. Bölümler sinema filmi kadar sürüyor. Diziler 2-2,5 saat sürüyor. 170 dakika dizi çekiliyor. Bence bu çok büyük bir sorun! Sektör buna daha ne kadar dayanacak bilmiyorum. Biz toplum olarak zorluklara alıştığımız için… Sendika kurulmadığı ve dizi saatleri belli bir saate çekilmediği sürece, biz çok ağır şartlarda dizi çekmeye maalesef devam etmek zorunda kalacağız. Kenan İmirzalıoğlu, Erdal Beşikçioğlu gibi birçok oyuncu dizilerin 60 dakika olması konusunda ısrarlı. Umarım en kısa zamanda buna bir çözüm bulunabilir. Bence sektörün en büyük sorunu bu.
Genç oyunculardan beğendiğiniz isimler var mı?
Çok iyi oyuncular var, güzel işler seyrediyorum. Küçük Salon, Seyyar Sahne, Yabancı Sahne gibi tiyatro isimleri söyleyebilirim. Onları da zaman zaman burada konuk edeceğiz. ‘Deniz Hamzaoğlu’ uzun zamandır tanıdığım ve çok beğendiğim bir oyuncudur.
Sinema projeleri düşünüyor musunuz?
Televizyonda olduğum sürece sinemada bulunmam çok zor. Sinemada var olabilmem için 3-4 ayımın boş olması lazım fakat şuan mümkün değil. Entropi Sahne’nin suyunun bir şekilde kaynaması lazım. Giderleri için belli aşamalardan geçmek gerekiyor. Sistemi iyice oturttuktan sonra ben sadece tiyatro ve sinema yaparak hayatıma devam edebilirsem istediğim noktaya gelmiş olacağım.Televizyonu da yabana atmamak gerekiyor. Ben televizyonda yaptığım her işi önemseyerek yapıyorum. Oyunculuk mesleğimi asla günü kurtarmak için oynamıyorum sonuçta milyonlara karşı büyük bir sorumluluk hissediyorum. İnsanların evine girmiş oluyorsun. İşimi iyi yapmaya çalışıyorum. Bunun karşılığını görüyorum. ‘Daha önce siz neredeydiniz?’ , ‘Muhteşem oynuyorsunuz.’ vb. güzel dönüşler alıyorum, sağ olsunlar...
Aslında bir nedeni var ben daha önce de vardım ama bu ekranda görünmeyle ilgili. Televizyon, işini iyi ve ciddi yapan insanları cımbızla çat diye ortaya çıkartıyor.
Gelecek olan yeni nesle tavsiyeleriniz var mı?
Bu iş hasbelkader yapılabilecek bir iş değil. Kişinin kendini tüm sanat dallarına adaması gerekiyor.
Sanat içten gelen ve
fedakârlık isteyen bir iştir. Ne istediğini çok iyi bilen gençlere ihtiyacımız var.