ATAŞEHİRDE GÜNDEM SAYI 86 SAYFA  (2) - Kopya
  Her şeyi görüp kontrol etmemiz beklenseydi sadece iki gözümüz olmazdı. Yanına verilmiş üçüncü gözün bile hepimiz için kullanım alanı aynı değilken ve biz “şimdilik” sadece belli alana kadar hâkimiyet kurabiliyorken nedir bu kontrol etme sevdası? Son günlerdeki danışanlarımın ortak noktası “kontrolcülük”. Bu onların geçmekte ve çözmekte oldukları bir yol ama benim için de test alanı. Kontrolcülükle ilgili benim de sıkı bir mücadele sürecim oldu çünkü. Bu tanıdık duyguyla ilgili danışanlarım için çalışırken nereden nereye geldiğimi ve gitmem gerekenleri de kestiriyorum. Benim için güzel oldu.   Olağanüstü sıkı çalışan zihinleri ile yaşamlarındaki herşeyi belli bir sistem, düzen içinde yönetebileceklerini sanan kontrolcü kişilikler için hayat, çoğunlukla “Ben herşeyi hallederim, çok iyi düşünürüm, çok yönlü düşünürüm, açık ve kaçak vermem ve pürüzsüz uygularım. Hatasız ve kusursuz ve mükemmel” mottosu etrafında döner. Bakın şimdi bu motto nerelere kadar uzanacak. Benlik duygusu öyle büyüyen bir enerji haline gelir ki, yüksek egoyla sadece kendi durdukları yerden dünyaya bakar ve diğerlerini beğenmez olurlar. Beğenemezler. Çünkü onlar zaten şahane düşünmüşler, planlamışlar ve uygulama için efor sarf etmişlerdir. Bu yüzden “tek akılcı”dırlar. Tek akılcılık durumunu fark edip çıkma eğilimi göstermezlerse kibire çokça yaklaşırlar. Kibir hakikaten zorlayıcı, yorucu ve bir anlamda insanın kendi kendini toplumdan dışlamasını sağlayan yardımcı malzeme gibi. Nietzsche de kibir için, “Kemikleri, eti, bağırsağı ve kan damarlarını toplayan deri nasıl insanın görünümünü katlanılır hale getiriyorsa, ruhun ajitasyonu ve ihtirası da kibirle kaplanmıştır. Kibir, ruhu kaplayan deridir." Kontrolcülüğün insanı düşürdüğü çukura bir bakın!   Kontrolcülük bir tanrıcılık oyunu. Doğa büyük bir enerji ve büyük bir matematik. Yanılsama var mı? Kuşların uçmasında, güneşin doğuşunda, dişi penguenlerin çiftleştikleri eril penguenini, altı ay sonra bile eliyle koymuş gibi bulmasında, mandalinaların ağaçlarda renk vermesinde, balinaların yön belirlemelerinde yanılsama var mı? Koro halinde “hayır” diyebiliriz. Peki insan? Doğanın bir parçası değil mi? Kontrolcü kişilikler, büyük evrelerden geçerek beyni gelişen ve fakat beynin gücünü, doğanın gücü ve ritmine eş tutmaya başlayarak onu yadsıyan ve senin dediğin mi benim dediğim mi polemiğine giren davranışlar sergilerler. Hem kendi hayatları için hem de seçtikleri kurbanları için yönetim gurusu olurlar. Senin yerine karar verirler, hediyelerle duyguları beslerler, yargılamayı ve eleştirmeyi çok severler ve bu şekilde kendilerini güvende, duruma hakim, söz sahibi hissederler. Kendi dediklerinin olması için karşıdakine olası en kötü senaryoları sunarlar. Sevgi ve özellikle şefkatle yaklaşmak yerine zihinsel kurgularını ön plana çıkarırlar. Kendi enerjilerini karşılarındakinin alanına girerek genişletir ve koloni kurma eğilimi gösterirler. Yönetim için yönetilen gerekir çünkü?   Ardarda bir sürü negatif özellik sıraladım ve bi an “Aman Allahlım” dedim. Hakikaten hem kontrolcü hem de bu alana girmiş kurban rolündeki kişiler için zor haller. Ama şunu da söylemem lazım. Aslına bakarsanız kontrol sevdası azlı ya da çoklu hepimizde var. Sadece bazılarımız bu yönetim meselesini biraz daha abartarak hayat amacı haline getirmekteler. Kendinde, etrafında kontrolcülüğü abartılı yaşayanlar olduğunu düşünenlere “güven” duygusu üzerinde düşünmelerini, “Güvenirsem ve serbest bırakırsam ne olur?” sorusuna yanıt aramalarını,  olanların en yüksek performanslarımızı açığa çıkartmayı öğrenmemiz için aşamalar olduğunu fark etmelerini, empati üzerinde çalışmalarını, denemeler yapmalarını ve kontrolcülüğü bıraktıklarında kendilerini daha çok sevgi ve şefkate açabileceklerini ve böylece sevgi alıp vermeye başlayacakları için daha özgür ve rahat hissedeceklerini fark etmelerini öneririm. BERAL FİŞEKÇİ